Merhaba Sevgili Doğa Âşıkları;
Bilindiği üzere şu an Dünyamızın geleceğini kitle imha silahlarından bile daha çok tehdit eden şey “Çevre Kirliliği”dir. Üstelik bu tehdidin biricik müsebbibi yalnız ve yalnız insanoğludur. Bu nedenle çevre kirliliği ve insanoğlunun filleri arasında doğrudan doğruya bir illiyet bağı kurulabilmektedir. Çünkü başka hiçbir canlı çevre kirliliğine doğrudan veya dolaylı olarak neden olmamaktadır. Bu yazı ise çevre kirliliğinden çok daha önemli bir tehdidi, “Bireysel Doğa Düşmanlığını” konu almaktadır. İnsanoğlunun ekseriyeti, müspet alanlarda bireyselleşmesini tamamlayamamış olsa da ilginçtir ki “doğa düşmanlığı” anlamında hızlı bir gelişim(!) sergilemektedir. Her gün daha da betonlaşan şehirler, yaşam alanları, bana sorarsanız insanoğlunun en güncel ve en önemli sorunudur. Zira şehirler, artan nüfusun da etkisiyle tıpkı kanserli hücreler gibi dört bir koldan kırsal ya da ormanlık bölgelere doğru genişlemekte, buraları adeta betondan kursağına mahkûm etmektedir.
Bugün itibariyle beton, Dünya üzerinde sudan sonra en çok kullanılan şeydir. Yaşadığınız şehrin kırsal bölgelerine doğru bir gezintiye çıkın. Sonra bu gezintiyi 6 ay sonra tekrarlayın. Bir önceki gezintide gördüğünüz bahçelerin, ağaçların bazılarının beton tarafından yutulduğunu göreceksiniz. Bu hızlı ilerleyişin maalesef önüne geçilebilmek mümkün gözükmüyor. Hele ki ülke ekonomisinin en büyük dilimini inşaat sektörünün oluşturduğu Türkiye gibi ülkelerde... Üstelik artan nüfus, iç ve dış göç gibi faktörler, bu sektörün eküriliğini yaparken…
Tüm bu olumsuzlukların üstüne bir de “Bireysel Doğa Düşmanları” ile aynı şehirde, sokakta ve hatta apartmanda yaşamak zorunda kalıyoruz. Peki, kim bunlar? Bunlar; her gün beton kursağa gömülen yaşam alanlarının arasında lütfedilip de bırakılan ağaçlara, şehir yaşamına bir şekilde adapte olmuş kedi, köpek, kuş gibi hayvanlara, böceklere tahammül edemeyen, “yaşam hakkına” sadece kendisinin sahip olduğunu düşünen, tüm meziyeti çok hücreli olmaktan ibaret olan yaşam formları... Ne yazıktır ki çocuklarını da kendileri gibi yetiştirmekteler. Çünkü çocuklarını doğadan ne kadar izole ederlerse onu ne kadar dört duvara mahkûm ederlerse o kadar iyi ebeveynlik yaptıklarını düşündüren nevrotik sanrılara sahipler. Aslına bakarsanız tam da bu sebeplerden ötürü “ebeveynlik” bir “ehliyet” meselesidir.
Türkiye’de yasal düzenlemeler, ne yazıktır ki doğa düşmanlarını caydıracak yeterlilikte değil. Aslında bu sadece Türkiye’ye has bir durum da değil. İnsanoğlu; hayvanların, bitkilerin, böceklerin de kendisi gibi “canlı” olduğunu bir türlü tam olarak idrak edemediği için; Dünyanın hemen hemen hiçbir yerinde insan canı dışında başka hiçbir can, olması gerektiği gibi korunmuyor. Türk Ceza Kanununun 81’inci maddesine göre bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılmaktadır. Yine aynı Kanunun 86. maddesine göre bir insanı kasten yaralayan kişi, 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılabilmektedir. Bahse konu ettiğimiz bu cezalar, suçların temel hâline ilişkin olup farklı ihtimallerde, kişiye verilecek ceza artırılabilmektedir. Bu fiillerin bir hayvana karşı işlenmesi halinde ise 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu, faile sadece idari para cezası verilmesini düzenlemekle yetinmektedir. Ormanların varlığı ise bir takım hapis cezaları ile güvence altına alınıyor fakat yasal düzenlemelerin saikı, bir canlının varlığını devam ettirmekten çok Devletin mülkünü korumak. Evlerin, sitelerin bahçelerindeki ağaçları koruyan bir yasal düzenleme ise mevcut değil. Böcekler mi? Güldürmeyin lütfen...
“Can” sadece insanoğlunun taşıdığı bir şey değildir. Canlı dediğimiz her varlık, en az insanoğlu kadar bu Dünya üzerinde varlığını sürdürme, anılar biriktirme, güzel günler yaşama, güneşte ısınma, yağmurda ıslanma vb. aklınıza gelebilecek her türlü hakka sahiptir. İnsanoğlu “her şeyin egemeni” olduğu anlayışını bırakmadığı sürece Dünyada “yaşamın” devam edebilmesi olanaklı gözükmüyor.
Yapmamız gereken; madden değil vicdanen çevreci, her türlü canlının yaşam hakkına saygılı, eşyaları dahi incitmekten korkacak, duygusal zekâsı yüksek, empati kabiliyetine sahip, sorumluluk sahibi nesiller yetiştirmektir. Topyekun kurtuluş, ancak ve ancak bu şekilde olacaktır.